Allah Yazılı Levha Taşıyan Bizans Dönemi Heykeli ve Moris

Nasıl oldu da bunca zaman kimse farkına varmadı anlamıyorum. Memleketin en çok ziyaretçi alan müzelerinden birinde Bizans döneminden kalma bir heykel elinde Allah yazılı bir levha taşıyor ve koskoca internette bununla ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamıyorum. Bunun gibi kimsenin fark etmediği o kadar şey gördüm ki, bir gün yazarım diye bir kenara not aldım. Sırf bunun için bir gazetede yazmak isterdim doğrusu.

Antalya Müzesi

Yaz başında, işimin getirdiği bir sonuç olarak, dünyanın her bir yanından tanıdığım kişilere bir yenisi daha eklendi: Moris! Kendi ülkesinde, kendi dilinde ya da pasaportuna yazılış şekli Maurice. Fakat biz ona içine Türkçe aksanımızı da katarak Moris diyoruz. Ortalığın karışık olduğu zamanlarda Mısır'da varlıklı Yahudi bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş, çocukluk yıllarını bitirmek üzereyken bir takım problemlerden dolayı ülkesini terk edip Fransa'ya göçmek zorunda kalmış, Arapça, Fransızca, İngilizce bilen ve şu anda İngiltere'de yaşayan seksenlerinin henüz başında bir İngiliz vatandaşı.

Dükkânın vitrinindeki hat ve minyatürleri görüp dinlediğim müziği duyduktan sonra gayri ihtiyari olarak hat ve minyatür sanatı, Osmanlı dönemi müziği ve Mevlevilik hakkında birkaç cümle ağzından çıktı ve öylece tanıştık. Bilgisayarda sevdiğim eserlerden oluşan bir müzik listesi yaptım dinliyorum.

     "Bir verd-i rânâ etdim temâşâ"
     "Dil-i pür ızdırâbım mevce-i seyl-âbdır sensiz"
     "Yine zevrâk-ı derûnum kırılıp kenare düştü"
     "Gelse o şûh meclîse nâz ü tegâfül eylese"
     "Çeşm-i mey-gûnun ki bezm-i meyde cânân döndürür"

  Moris bunları dinleyip iç geçiriyor.

"Ben küçükken Mısır'da buna benzer şarkılar dinlerdik, çok etkilenirdim, hâlâ etkileniyorum. Çocukluğumu hatırlıyorum. Ne güzeldi..."

Böylece Moris iki haftalık tatili boyunca her gün otelinde kahvaltısını yaptıktan sonra ilk iş olarak bana geliyor, dükkanın önünde çay içip, sohbet edip müzik dinliyor, arada bir şakalaşıyorduk. Bir gün müzeye gitmek istediğini söyledi, ona eşlik edip edemeyeceğimi sordu. Yanı başımızda olduğu halde Antalya müzesini görmeyeli en az on yıl olmuştu. Yani müze restore edildikten sonraki halini hiç görmemiştim. Sadece gidenlerden çok güzel olduğunu, büyütüldüğünü, yeni eserler eklendiğini duyuyordum. Moris'in tek başına zor yürüdüğünü de düşünerek gitmeye karar verdim.

Antalya Müzesinden bir sahne ve gezen turistler.

Müze gerçekten de bakımlı, temiz, tertipli düzenli bir yer olmuştu. Giriş ücreti kişi başına 15 liraydı. Ama müze-kart denilen bir uygulama var. 20 lira karşılığında aldığınız bu kartla Türkiye'nin dört bir yanındaki çeşitli müzelere bir yıl boyunca başka bir ücret ödemeden girebiliyorsunuz. Uygulama TC vatandaşlarına yönelik olduğu için ne yazık ki Moris bundan yararlanamadı.

Antalya Müzesinde Zeus heykeli ve fotoğraf çeken bir turist.

Müzenin bölümlerini ve içinde sergilenen eser ve buluntuları tek tek anlatmayı düşünmüyorum. O dönemin koşullarında elde ettikleri teknolojik imkân ve güçle halkın köle, kul ve ölümlüler haline getirildiği, yönetici ve varlıklı kesimin tanrılaştırıldığı Roma, Mısır tarzı, insan ruhuna hitap etmeyip maddi varlığa, güce ve ihtişama vurgu yapan, şımarık ve kibirli heykel, bina kalıntılarına hiçbir zaman hayranlık duymadım. Kişisel olarak benim gözümde bütün bunların hepsini toplasan

Hayret ey büt sûretin gördükde lâl eyler beni
Sûret-i hâlim gören sûret hayâl eyler beni (*)

beyti kadar değeri yok.

Neyse!..

Bir yandan resim çekiyor, bir yandan bir şeyler konuşuyor, ara sıra bazı turistlerle selamlaşıp konuşarak müzenin bir ucundan ötekine doğru ağır ağır ilerliyorduk.

Sonlara doğru geldiğimizde karşılaştığım bir heykel ve elinde tuttuğu yazıyı görünce öylece kala kaldım. Bu yeni buraya kondu da bu yüzden mi daha kimse görüp farkına varmadı bilmiyorum.

Kabartmanın yanındaki küçük tanıtım levhasında şunlar yazılıydı:

Antalya Müzesinde Başmelek Cebrail Kabartması tanıtım levhası.

BAŞMELEK CEBRAİL KABARTMASI
ANTALYA İ.S. 6. yy
RELLIEF OF ARCHANGEL GABRIEL
ANTALYA 6th CENT. A.D. (İngilizce "RELLIEF" kelimesindeki yazım hatası bana ait değil, orada öyle yazıyor.)

Antalya Müzesinde elinde Allah yazılı levha taşıyan Başmelek Cebrail Kabartması.

Mermer mi ya da başka bir çeşit mi bilmiyorum eserin şekillendirildiği tek parça taştan Cebrail figürünün elinde tuttuğu daire şeklindeki levhada açıkça Arap harfleriyle Allah yazıyordu. Evet, o bizim bildiğimiz, Arapça okumayı bilmeyenlerin bile şeklinden tanıdığı Allah yazısı. Bütün kabartmanın yalnızca o kısmı sanki silmek için kasıtlı olarak kazınmıştı ama hâlâ düzgün bir şekilde görünüyor ve okunabiliyordu.

Etrafına hayranlıkla bakıp fotoğraf çeke çeke Moris de yanıma geldi. Şaşkınlığımı gizleyemeden baktığım şeye o da baktı. Baktı bakmasına ama bir iki saniye bile sürmeden hemen dönüp gitmek üzere yeltendi.

"Gördün mü elinde ne var?" dedim.

Kafa sallar gibi yapıp gitmek istedi.

"Allah yazıyor" dedim.

Gene belli belirsiz kafa sallar gibi yapıp döndü, başka tarafa gitti.

Moris görmemeyi tercih etmişti. Ve yok saymayı.

Evet, şaşırdım ama bu davranış geçmiş yıllarda başıma gelen iki hatıramı aklıma getirdi.

Konya'da okuduğum yıllarda hocamız Prof. Dr. Erkan Türkmen her hafta Perşembe günleri bir otobüs dolusu yani aşağı yukarı kırk kadar Amerikalı kültür turistine Selçuklu dönemi Konyası ve asıl olarak Mevlânâ üzerine iki saat kadar konferans verirdi. Tasavvuf müziği örneği sunmak için beş on dakika ara verdiğinde de ney ustam Mehmet Bildik ve ben ney üflerdik. Amerikalılar istisnasız her konferansın bitiminde ayakta alkışlarlar, daha sonra hocaya soru sorarlar, bizden de müzik hakkında bilgi alırlardı.

Bir seferinde konferans başlamadan hemen önce seyahat acentesi rehberinin hocayla bir şeyler konuştuğunu gördüm. Günde dört saat uyuduğu halde her an dinç ve neşeli görünen ve etrafına da bu ışığı saçan hocamızın yüz ifadesi biraz sıkıntılı gibiydi. Daha sonra "Ne oldu hocam?" diye sorduğum soruya aldığım cevap karşısında beni de bir sıkıntı sardı.

Amerikalı grubun içinde iki tane Yahudi varmış. "Biz buraya Müslümanlık propagandası dinlemeye gelmedik" diyorlarmış. O ikisi salona girmediler ama konferans gene de yapıldı.

İkinci hatıram da üniversiteden sonraki yıllarda çalıştığım işyerinde tanıştığım, Devlet Opera ve Balesinde keman ve başka şeyler çalan kızlarla ilgili. Bir keresinde sohbet arasında Türk müziğine ilgilerinin olup olmadığını sordum. Hiç duymamış gibi davrandılar, dönüp başka tarafa baktılar. Yok saydılar. Almanlarla, Amerikalılarla bile nota alışverişi yapmış, onlara makamlarımızı, usullerimizi anlatmış biri olarak bu davranış karşısında tabi ki biraz üzüldüm.

Şimdi de Moris'in benzer bir tavır takınması ister istemez bizdekilerle oradakiler arasındaki davranış benzerliği üzerinde düşünmeme neden oldu.

Dükkâna döndükten sonra hemen internete baktım. Ama yok. Ya da ben bulamadım. Antalya Müzesinde elinde Allah yazılı levha tutan Bizans dönemi kabartması Başmelek Cebrail ile ilgili bir şey bulamadım. Yolu düşen ya da bununla ilgili bilgi sahibi olan varsa ve bizi de aydınlatabilirse seviniriz.

Yolu düşmeyenler de bu yazıyı okuduktan sonra yolunu düşürmenin bir bahanesini bulur artık.
Sağlıcakla...

(*) Ey kendisini görünce güzellik ve ihtişamına duyduğum hayranlık ve şaşkınlıkla dilim tutulup bakakaldığım ve önünde secde edip tapmaktan başka elimden bir şey gelmeyen heykel gibi güzel sevgili! Benim bu halimi gören beni cansız bir resim ya da heykel sanır. Hz. Mevlânâ'nın ilk 18 beytindeki benzerliğe dikkat:

Her-kesî ez zann-i hod şud yâr-i men
Ez derûn-i men ne-cust esrâr-i men


Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.

Not (7 Eylül 2012): Yazıda geçen ve "Hayret ey büt ..." diye başlayan beytin Fuzûlî'ye ait olduğunu belirtmeyi unutmuşuz ve dergide de böyle çıkmış.


Yazı ve Fotoğraflar: C. Güner Gük

Bu yazı İlk Tohum Dergisi - Kasım - Aralık 2011 sayısında yayınlanmıştır.

ilk tohum kasim aralik 2011
Gizlilik Bildirimi
Gizlilik Bildirimi

Kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Çerez kullanımına izin vermek için lütfen tıklayın.