Akşam dokuz on gibi Kızkalesi sahilinde gezinti yapıyoruz. Tarih 17 Eylül 2017, günlerden Pazar. Karı koca iki Alman misafirim var. Sadece o gün oradayız. Yolculuğumuz başka tarafa.
Buraları görmeyeli seneler oldu. Eskiden çadır kurduğumuz yerlerde şimdi oteller, lokantalar, eğlence yerleri, yüksek binalar var. Küçük bir köy bile değilken şimdi neredeyse ilçe olmuş. Bu çirkinliğe ve bozuşmaya neyin sebep olduğu ise ayrı bir yazı konusu.
Sahil yolunda insanlar dolaşıyor. Lokantalar, eğlence yerleri dolu. Görüntüye göre herkesin neşesi yerinde.
Derken iki küçük kız gözümüze ilişiyor. Biri 9, biri 12 yaşlarında gibi. Görünüşlerinden, örtülü kıyafetlerinden Suriyeli mülteci oldukları anlaşılıyor. Garip hareketleri var. Kendi aralarında konuşan dört adamın yanına gidip birinin sırtını elleyerek onlarla konuşmaktan, belki bir şey istemekten çekinmiyorlar. Bizimkilerin yabancı turist olduklarını anlayınca önümüzü kesiyorlar. Bize Türkçe bir şeyler söyleyip sonra kendi aralarında Arapça konuşup gülüşüyorlar. Bazen Alman misafirlerin Almanca söylediklerini taklit edip gene gülüşüyorlar. Oldukça ısrarlılar. Sanki bir uyuşturucu maddenin etkisinde gibi bir halleri var. “Adın ne, nerede oturuyorsun” diyorum, az ilerideki bir otel binasını gösteriyor. Para vermiyoruz. Israrlarından sonuç alamayacaklarını anlayınca başka tarafa yöneliyorlar.
Kenarda bir yerde dört beş yaşlarında tek başına küçük bir erkek çocuk var. O da onlar gibi Suriyeli mülteci. Dilendiği ya da elindeki şeyleri satmaya çalıştığı belli. Az önceki kızların yanına gittiğinde kızlar onu itip kakıyor, yanlarından uzaklaştırıyorlar. Bir ara çocuk sanki bir darbe almış gibi yüzündeki acı hissi ve gerilmeyle karnının bir tarafını tutup yere çöker gibi yapıyor. Haline üzülüyorum. Gidip bir şey mi oldu diye sorsam mı diye düşünüyorum. Fakat yüzündeki ifade düzelip bedeni doğrulunca vazgeçiyorum, yolumuza devam ediyoruz.
Yürürken o kız çocuklarının durumunu aramızda konuştuk. Sarhoş ya da uyuşturucu almış gibiler dedim. Misafirlerden kadın olanı mülteci, dilenci ya da her ne olursa olsun o yaşta hiçbir kız çocuğu o şekilde davranmaz dedi. Normal bir durum olmadığında hemfikirdik. Polise söylesem iyi olur dedim. Az sonra bir lokantanın kenarında ayakta bekleyen esmer, boyluca bir polis memuru gördüm. Selam verdim, güler yüzle selamımı aldı.
Durumu anlattım. Bu çocukları yönlendiren bir çete olabilir, başlarına bir şey gelebilir, bir operasyonla bunların toplanması gerekir dedim. Bunları bildiklerini, yaşları küçük olduğu için bir şey yapamadıklarını, bu gibi girişimleri ancak yukarıdan gelen emirle yapabildiklerini uzun uzun anlattı. Çaresizce vedalaşıp oradan ayrıldık.
Yeri gelmişken devletimizin ve emniyet birimlerimizin belki işine yarar diye şunu da söyleyeyim: Çarşıda dolaşırken işim olmadığı halde şüpheli gördüğüm kişileri takip edip polise yakalattırmış birisiyim. Hem de defalarca. 2-3 sene takip edip, sürekli polisi arayıp birkaç çeteyi de çökertmişliğim var. Hatta bir gün sohbet ettiğim biri, devletin sana madalya vermesi gerekirdi dedi. Keşke emniyet birimleri yürüyüşünden, yüzünden, ses tonundan, hal ve hareketlerinden insanları ayırabilen tecrübe sahibi vatandaşlardan daha etkin yararlanabilseydi.
Daha sonra televizyon kanallarında, Mersin Kızkalesi‘nde beş yaşındaki Suriyeli çocuk Muhammed’in bıçaklanarak öldürüldüğü haberini gördüm. Bu oydu! Benim gördüğüm itilip kakılan çocuktu. Çok üzüldüm. İçim parçalandı. Vicdan azabı duydum. Acaba başka bir şey yapabilir miydim diye düşündüm.
O gün o polis beni dinleseydi, 5 yaşındaki Suriyeli Muhammed belki bugün hayatta olacaktı. Bunu o polis memurunu suçlamak için söylemiyorum. Yeri geldiğinde bir görevlinin bireysel girişimde bulunmasına imkân vermeyen sistemden şikâyetçi oluyorum.
Küçük Muhammed’in ailesine Allah sabırlar versin. Yavrucuğun mekânı cennet olsun. Şu geçici yeryüzünde kendisini ev sahibi zanneden bizlere Allah acısın.