Bir karar verdim.
Bir girişimde bulundum.
Fakat bunu yapmadan önce bir hayli düşündüm, vicdan muhasebesi yaptım.
Türkiye'de pek rastlamasam da bu yaptığımın dünyada pek çok örneği var. Tabi bir şeyi başkaları da yapıyor diye onu yapmak ille de doğru demek değildir. Onu da düşündüm.
Bunun için bir de çalışma yaptım.
Önce girişimimin ne olduğunu söyleyip, daha sonra neden bu kararı verdiğimi ve nasıl bu noktaya geldiğimi özetin de özeti şeklinde anlatmak istiyorum.
Kararım ve girişimim şu:
Uzun zaman önce, yazdıklarımı bir yerde toplayıp insanların da okuyup değerlendirmesine sunmak üzere ücretsiz bir WordPress blogu kurmuştum. Ticareti bile para kazanmak için yapmamış biri olarak burada para kazanmak aklımın ucundan bile geçmedi. Hem alt alan adı hem de barındırma (hosting) ücretsiz olan bu sistem oldukça faydalı olsa da, sitenizin tasarımında ve işleyişinde daha fazla kontrol ve değişiklik istiyorsanız bunlar elbette sınırlı. Ben de yeni bir alan adı aldım, bir hayli uğraşıp her bakımdan tamamen kontrolü bana ait bir site yaptım ve oradaki içeriği buraya taşıdım. Profesyonelce yaptığım işlerden biri de grafikerlik ve internet sitesi yapımı bu arada.
Kısmet olursa bundan sonra yazdığım şeyleri burada yayınlamak istiyorum. Fakat bu sefer bir fark var. Siteyi ziyaret edenler, yazıları okuyup takdir edenler dilerlerse işin devamlılığı için bağış yapabilecek, destek olabilecekler. Dediğim gibi bunun yabancı ülkelerde çok örneği var. Neden bu kararı aldığımı, hangi aşamalardan sonra buna yöneldiğimi, yazının devamını okuyunca anlayacağınızı düşünüyorum.
Devlete başvurular
Türkiye'de öyle şeyler oluyor ki, bir zamandan beri öyle devam ettirilip normalleştirildiği için insanlar olan biten her şeyi normal zannediyor, bunun dışında doğrular ya da ihtimaller olabileceğini akıllarına bile getiremiyorlar. İnsanlarla sohbet ederken bunlardan bazılarını anlattığımda hayretler içinde kalıp hak verdiklerini ve daha önce hiç böyle düşünmediklerini söylediklerini çok gördüm.
Bunlardan biri ve sanırım en önemlisi eğitim sistemi. Sistemde olan saçmalıkları, yanlışları insanların normal hatta doğru gördüklerini gözlemlemek insana bunun doğrusunu anlatıp düzeltmeye çalışmakla sorumluymuş hissi veriyor. Belki Almanya'dan ailece temelli dönüş yapıp liseye başladığım 80'lerin başlarından beri Türkiye'de eğitim sistemi ve yanlışlıkları, insanlar ve toplum üzerindeki etkilerini düşünüyorum.
1980'lerin başlarındaki bir akımla biz de ailece Türkiye'ye temelli döndük ve ben 83'te Adana Erkek Lisesinde liseye başladım. Birinci sınıftayken yani başladığımın ilk yılı, temelli dönüş yapan çocuklar ve gençler üzerinde araştırma yapmak maksadıyla Almanya'dan bir grup öğretmen geldi ve çok büyük nüfuslu okulumuzda tamamı Almanya'dan gelen öğrencilerden olan sınıfımızı toplayıp sohbet ettiler. Sohbetin sonlarına doğru kadın öğretmenlerin sorduğu bir soru hiç aklımdan çıkmadı. Dediler ki: "Neden kadın öğretmenleriniz bu kadar çok makyaj yapıyor?"
Uzatmayayım, belki fırsat buldukça daha başka şeyleri de yazarım. Velhasıl yıllarca bu düşünceler ve sorular hep aklımdaydı. Bundan belki yirmi sene kadar önce, "Eğitim Sistemimizde Geri Kalmışlıklar" şeklinde bir başlık atıp, ne var ne yok bir yazıyla anlatayım ki insanlar duyup yanlışları görsün, böylece hatalar düzeltilip doğrusu yapılsın diye düşündüm. 20-25 ayrı konuyu her biri bir paragrafta anlatmak üzere paragraf paragraf yazmaktı niyetim. Fakat daha ilk konuya ve paragrafa başlayınca fark ettim ki hem bu hem de diğer konular birer paragrafla anlatılacak şeyler değil. Her birisi için çalışma yapılması, veriler toplanması, okullara gidip öğrencilerle, ailelerle, öğretmenlerle görüşülmesi, raporlar hazırlanıp incelenmesi gerekir. Anladım ki bu benim şu anki imkan ve şartlarımla yapabileceğim bir şey değil. Uzun zaman böyle geçti ve ben sohbet ederken insanlara anlatmamın dışında, bu yazıları yazamadım.
İnsanlarla sohbet edip anlatmak güzel ama işe yaraması, faydalı olması, düzeltilebilmesi için devleti yönetenleri bilgilendirmek gerekir. Üstelik bahsettiğim konular çok önemli olmalarına rağmen bugüne kadar hiç ele alınmadı, araştırılmadı, yazılmadı. Öyleyse devlet yetkilileri bunları mutlaka ciddiye alıp değerlendirecektir diye düşünüp Milli Eğitim Bakanlığına yazdım. Ayrıntılarına girmeyeyim, internetten BİMER'e yazdım, ALO 150'yi aradım, Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim, telefon açtım, iadeli taahhütlü mektup gönderdim, faks çektim... Bunlardan ne birine cevap aldım ne de yüz yüze görüşmek için bir yetkiliye ulaşabildim. Sonunda ancak sahtekar bir İl Milli Eğitim ARGE Müdürüyle görüşebildim ki onu anlatmak ayrı bir macera olacağı için ayrıntıya girmiyorum.
Kısaca söylüyorum, bu başvuru ve çabalar neticesinde ve sayesinde anladım ki bizim devlet düzenimiz iyi bir şey yapmak üzerine değil, iyinin üstünü örtüp kötüyü yapmak üzerine kurulmuş ve devletin önde gelen yöneticileri bunun farkında, bilerek işin içinde.
Gazetelere başvurular
Gazetelerin öneminin henüz tamamen ortadan kalkmadığı ve benim de günlük gazete okuduğum zamanlarda köşe yazarlarına, gazetelere bir takım fikirler ya da olaylarla ilgili yazılar yazıp gönderdim. Bu yazıların belki de tamamını bazen noktasına virgülüne dokunmadan yazarlar köşelerine almışlardı. Fakat yazacağım ve söyleyeceğim şeyler biriktikçe birikince, bunları köşe yazarlarına gönderip değerlendirmelerini beklemek yerine kendim yazmamın daha uygun olacağını düşündüm.
Bunun için gazetelere ve genel yayın yönetmenlerine "Söyleyeceğim çok önemli şeyler olduğunu, bunların bugüne kadar hiç yazılıp söylenmediğini, belli bir yaşı yaşamış, yetişmiş ve tecrübeler edinmiş eğitimli biri olduğumu, para ya da isim yapma peşinde olmayıp bir takım şeyleri toplum ve ülke yararına insanlara duyurmak istediğimi, ciddiyetimi anlamalarını beklediğimi, iş işten geçtikten sonra yazmanın bir değeri olmayacağını" yazıp örnek yazılar ve konular da gönderdim. Onlara da telefon açtım, mektup gönderdim, email yazdım. Gene bunların da bir ikisinin formalite cevabı dışında çoğu cevap bile vermedi.
(Nihayet bu siteyi bu şekilde kurma kararından önce iki gazeteye yazıp son bir kez girişimde bulundum, onlar da cevap vermedi. Ve bu siteyi bu şekilde kurmak da bundan sonra aklıma geldi. Bu zamana kadar böyle bir şeyi yapmayı hiç düşünmemiştim.)
En sonunda Milat Gazetesinden bir yetkiliyle görüşebildim. Telefonlaşıp yazışarak yazıları nasıl göndereceğim hususunda bilgilendirdiler. Nihayet toplum ve ülke için hayati öneme sahip fakat hiç dile getirilmemiş konuları ulusal bir gazetede yazabilecektim.
Bir arkadaşın işyerinde (düşük sayılabilecek) vasat bir maaşla grafiker olarak çalışıyordum. Kazandığım parayla kiramı zar zor ödeyebiliyor, ailemi kıt kanaat geçindirebiliyordum. Öyle ki, birkaç hafta çalışmasam kiramı ödeyemez, geçinemezdim. Orada çalışmaya devam etsem de mutlaka yazmam gerektiğini düşündüğüm şeyleri yazamazdım. Zaten yıllardır duyurmak istediğim konular olduğundan, daha rahat yazabilmek için işi bıraktım. Gazete yetkilisi herhangi bir ücretten söz etmedi. Para için yazdığım düşünülmesin diye ben de ayıp bularak ücretle ilgili bir şey sormadım. Koskoca gazete! Ufak tefek de olsa bir şeyler öderdi nasıl olsa.
Böylece başladım yazmaya. Eski notlar, yeni araştırmalar derken, 2-2,5 ay boyunca ne gönderdiysem yayınladılar. Hem online hem de basılı olarak. Tabi bu arada geçim sıkıntısı sıkıştırmaya başladı. Bir süre bekledim belki bilgilendirirler diye ama sonunda baktım olmayacak ben aradım. İşi gücü bıraktım, oldukça zaman alıyor ve gönderdiklerim yayınlanıyor, herhangi bir ödeme yapmayacak mısınız diye sordum. Bugüne kadar hiçbir yazara ücret ödemediklerini, hatta kendilerine kaç yıldır sürekli yazı gönderen tanınmış biri olduğunu, sorduğu halde ona bile herhangi bir ücret ödenmediğini söylediler. Ancak orada çalışan çaycının falan maaşını ödeyebiliyorlarmış. Onlara yazı gönderenler kendilerini tanıtmak için ya da gönüllü olarak gönderiyorlarmış, belki ileride isim yapıp daha büyük gazetelerde yazabilirlermiş ve saire. Halbuki yazmaya başlamadan önce şu kadar satış yapıyoruz, devletin ilan verdiği gazetelerden biriyiz falan diye övünüyorlardı. Bu maceraya şunu eklemezsem eksik kalır. Bugüne kadar ilk defa o sıralar, başyazar olarak transfer ettikleri ya da anlaştıkları Serdar Arseven'e ücret ödemişler.
Burada da mesele böylece anlaşılmış oldu. Buradaki hayal kırıklığım yazdıklarım yayınlandığı halde herhangi bir ücret ödenmemesinden çok, yıllardır duyurmaya çalıştığım konuların kıymetinin hiç anlaşılmamış, değerinin bilinmemiş olmasıydı. Yani gazetecilikten maksat toplumu aydınlatacak bilgilerin sunulup değerlendirilmesi değil, bir şekilde gazetedeki boşluğun doldurulması, işlerin yürütülmesiydi.
Medya, genel yayın yönetmenleri, gazeteler, köşe yazarlarıyla ilgili maceramdan da aynı devlete yaptığım başvurularda olduğu gibi anladım ki, bu alanda da yozlaşma ve çürüme almış başını yürümüş, tahmin ettiklerimizin çok ötesine geçmiş.
Bu kısmın sonuna şunu eklemek istiyorum:
Medya düşmanımız!
Düşmanın en tehlikelisi ise dost gibi yaklaşandır.
Mesela firmalar bir takım karanlık güçlerle irtibatlı olup damacana sularımıza zehirli, zararlı maddeler katsa bu düşmanlık hatta savaş sebebi bile sayılır öyle değil mi? İşte medya da toplumumuzda ve insanımızda zihinleri, kalpleri ve ruhları yıllarca bu şekilde zehirledi ve zehirlemeye devam ediyor.
Uzatmadan sonuç
Belki yirmi yıldan beri yazmayı planladığım bir kitap var. Adı belli, konular belli ve yıllardır daha sonra genişçe yazarım diye başlıklar halinde oraya buraya yazdığım birikmiş notlar var. Fakat takdir edersiniz ki derli toplu yazabilmek için kira derdiniz, geçim sıkıntınız olmaması lazım. Sakince zamanınızı araştırmaya ve bu işe ayırabilmelisiniz. İşte ben o imkan ve ortamı maalesef yıllardır oluşturamadım ya da bulamadım. Yaşım da bir hayli ilerledi ve bundan sonra bu imkanları elde edebilir miyim bilmiyorum. Diyelim ki projem olan kitabı çok önceden bitirmiş olsaydım ve tutulsa da bundan gelir elde etseydim, yazdıklarım için gene insanlardan para almış olacaktım. Şimdi bu sitede okuyucular destek olurlarsa hem ara ara yazdıklarımla kitabımı günden güne tamamlarım, hem de bugün devletin ve medyanın üstünü örttüğü hakikatleri ve konuları bir yandan insanlara duyurmuş olurum.
Bu yaptığım için beni eleştirenler olabilir. Onlara şunu söylemek istiyorum: İnsanların yaptıkları şeyleri eleştirip ben olsam böyle yapmazdım, şöyle yapmazdım, şunu yapardım, şu şekilde davranırdım demeyin çünkü siz o insanın yerinde değilsiniz, onun başına gelen sizin başınıza gelmedi. Hatta öyle ki, kötü iş yapanları bile eleştirirken temkinli olmak lazım. Bilirsiniz, insanın kınadığı şeyin başına gelmesi hayli muhtemeldir.
Bir de şöyle düşünelim! Medyanın bugünkü yozlaşmışlığı ortadayken kim hem medyadan ücret alıp hem de özgürce doğruları yazabilir ki? Fakat burada insanlar destek olurlarsa bunlar zaten büyük ihtimalle bu katkılarından dolayı herhangi bir maddi sıkıntıya girmeyecek, iyi bir şeye destek olmanın sevincini ve huzurunu yaşayacaklar, ben de herhangi bir baskı ve kısıtlamaya maruz kalmadan rahatça çalışabileceğim. Gene de bu yaptığımdan rahatsız olup eleştirmeyi düşünenler varsa beni takibi bırakabilirler. Haber verirlerse ben de onları takipten çıkarım.
Medya toplumu belli bir programa göre yönlendiriyor, gerçekleri gizliyor ve tamamı böyle. Artık birilerinin olan bitenleri gerçek haliyle halka söylemesi, anlatabilmesi, yazabilmesi lazım. Medyada kendilerine yazma, konuşma fırsatı verilenler bunlardan haberdar olsa bile medyadaki bu bozuk düzeni halka anlatamazlar.
Burada anlattığım bazı şeyler insanlara yanlış yapmışım gibi gelebilir. Fakat şimdi yanlış gibi görünen şeylerle geçmişte ben işin doğrusunu öğrenmiş oldum. Doğrusunu bilmeden yaptığın hata sana doğruyu öğretiyorsa, hata değil doğrudur. Doğrusunu öğrendikten sonra yaparsan hata olur.
Doğruluk arayan doğru insanların destekleriyle bu işi yürütüp insanlara doğru bilgiyi ulaştırmaya çalışmaktan da şeref duyarım.
Şunu da ilave edeyim ki, ben burada herkesin hoşuna gidecek şeyler yazmak istemiyorum. İyi ve doğru insanların hoşuna gidecek şeyler yazmak istiyorum. İyi ve doğrular da zaten iyi ve doğrulardan hoşlanır.
Ayrıca hangi işin neye yol açacağını da bilmeyebilirsiniz. Ben burada iyi bir düşünce, maksat ve niyetle bu işe girişiyorum. Ağlayan şeyhin hikâyesi bu konuda ufuk açıcı bir fikir verebilir:
Zamanın ulu şeyhlerinden biri halvetteyken bir mürit odasına girdi. Baktı ki şeyh ağlıyor. Mürit "Şeyhim neden ağlıyorsun?" dedi. Şeyh "Açlıktan ağlıyorum." dedi. Mürit "Bu nasıl iş? Koskoca şeyh sabretmek varken açlıktan ağlar mıymış?" dedi. Şeyh "Mürit sus! Allah'ın bana açlık vermesinden muradının benim ağlamam olduğunu bilmiyor musun?" dedi.
Eğer yeterli ilgi ve desteği görürse belki zamanla bu site daha geniş bir platforma da dönüşebilir. Duruma göre siteye bir forum sistemi ekleyebilirim. Buraya yazılarını göndermek isteyenler olursa ona göre düzenleme yapabilirim. Zaman içinde sizlerden de gelen bildirim ve tavsiyelerle yeni özellikler ekleyebilir, değişiklikler yapabilirim. Bu sistem üzerinde anketler, imza kampanyaları oluşturabilirim. Twitter'da yazılanlar arada kaybolup gidiyor ve darmadağınık bir halde oraya buraya saçılıyor. Fakat blog ve forumlar bir kitap gibi daha derli toplu ve kalıcı olabiliyor. Tabi okuyuculardan yeterli destek gelmese de yazmaya devam etmek istiyorum fakat yıllardır edindiğim tecrübeyle biliyorum ki bu içinde bulunduğum şartlarda bunu yapmam çok zor. Bunları yazmak belki bu şekilde kısmet olur, belki başka biçimde ya da hiç kısmet olmayabilir. Ben bir girişimde bulunuyorum.
Twitter çok da zaman alıyor. Eğer düşündüğüm gibi olursa Twitter'a daha az zaman ayırıp burada çalışmaya daha çok devam etmeyi istiyorum.
Ne yazmak istiyorum
https://twitter.com/cgfuzuli/status/1259202572277211137
Öncelikle, daha önce açmamak üzere kapatıp korona düzenbazlığı başlayınca ister istemez tekrar açtığım Twitter'da on bin takipçiye ulaşırsam yazacağım diye duyurduğum çok önemli şeyleri yazmak istiyorum. On bin takipçide gerçekten de bunları yazmak istiyordum fakat maalesef sakince yazacağım ortamı o zamandan beri bulamadım ve olayların gidişi nedeniyle Twitter'dan herkes gibi ben de başımı kaldıramadım. Aslında Twitter'da birçok şeyi zaten söyledik ama orada yazılanlar daha önce de dediğim gibi dağılıp gidiyor, bir değeri kalmıyor.
Hiç söylenmemiş olan şeyler yazacağını nereden bilebiliriz diyenler olursa onlara daha önceki yazılarımı okumalarını öneririm. Biz bunları zaten biliyoruz diyen olursa da başımdan geçen şu hikayeyi kısaca anlatayım:
2012'de iflas edip borç içinde beş kuruşsuz kalınca geçici bir iş bulup Almanya'ya gittim. Nürnberg Altstadt'ta dolaşırken atölyesi olan bir kuyumcuya girip Polonyalı sahibiyle tanıştım. Ona, mücevher tasarımı yaptığımı, kuyumcu ustası olduğumu, boş zamanımda mümkünse atölyesinde çalışmak istediğimi söyledim. Yaptıklarından örnekler varsa gösterir misin dedi. Daha önce internete resmini koyduğum kendi işçiliğim ve tasarımım olan birkaç takı gösterdim. Yüzüme bakıp hoşnutsuz bir ifadeyle "Biz bunları zaten biliyoruz. Sana ait olan bir şey göster!" dedi. Bunların benim olduğuna inanmamıştı. Çünkü ilk yaptığım zamandan bu yana tasarımım Almanya'da bile kopyalanmıştı ve bunun benim tasarımım olduğunu, önceden bilenlerin bilmesi dışında ispat etmemin artık imkanı kalmamıştı. Şimdi teker teker saymak istemiyorum ama demek istiyorum ki, bunu herkes biliyor dedikleri birçok şeyi, onu bir kişi söyleyene kadar kimse bilmiyordu ve bir kişiden öylece yayıldı gitti.
Yazacağım konuların bir kısıtlaması yok ama çoğunluğu daha önce hiç yazılmamış ve söylenmemiş şeyler olmak üzere genel olarak şunlarla ilgili yazmak istiyorum:
- Amerikan Filmleri Analizleri
- Toplum Yapı ve Davranışları
- Dinler
- Diller ve Kültürler
- Divan Şiiri
- Eğitim Sistemi
- Devlet İşleyişi ve Yöneticiler
- Küresel korona düzenbazlığı
Bu yazının altında da olduğu gibi, yazıların altındaki DESTEK OL yazan butona tıklayıp katkıda bulunabilirsiniz.
Linkler: