Şibli’nin zamanında bir fırıncı varmış. Her fırsatta Şibli’yi ne çok sevdiğini anlatır, bir kerecik göreyim şu kadar malım feda olsun dermiş. Şibli’nin şöhreti o zamanlar her tarafa yayılmış.

Derviş, padişah, yoksul, sevgi…

Şibli’nin zamanında bir fırıncı varmış. Her fırsatta Şibli’yi ne çok sevdiğini anlatır, bir kerecik göreyim şu kadar malım feda olsun dermiş. Şibli’nin şöhreti o zamanlar her tarafa yayılmış. Onu görmedikleri halde halk birbirine onun ne kerametler sahibi, ne yüce makamı olan bir evliya, bir Tanrı aşığı olduğunu anlatırmış.

İşte bu fırıncı da bu duyduklarının etkisiyle Şibli’yi çok sever, bunu herkese anlatırmış.

Bir gün fırından yeni çıkan ekmekleri tezgâha dizerken yoksul bir ihtiyar çıka gelmiş. Saç, sakal birbirine karışmış, üstü başı yamalı, yırtık bir haldeymiş.

Fırıncıya demiş ki:

“Uzun yoldan geldim. Param yok, karnım aç. Bana hayrına şuradan bir ekmek verir misin?”

Fırıncı buna pek yüz vermemiş. Şöyle demiş:

“Burası ticarethane. Öyle her gelene parasını almadan ekmek verirsek biz batarız. Kusura bakma ihtiyar. Başka kapıya!”

Adamcağız hiç üstelememiş. Dönmüş yüzünü, yoluna devam etmiş.

Durumu gören komşularından biri fırıncıya demiş ki:

“Ne yaptın sen? Sen değil miydin senelerdir Şibli’yi bekleyen, onu seven, uğruna malımı feda ederim diyen? O ihtiyar Şibli’ydi işte!”

Fırıncı başına vurmuş. “Eyvah, ben ne yaptım. Yıllardır onu bekliyordum, nasıl bilemedim?” deyip az önce ekmek vermediği yoksul ihtiyarın arkasından koşmuş.

Yetişip eline sarılmış, ayağına kapanmak istemiş; demiş ki:

“Kusura bakma, ben bilemedim sen olduğunu. Beni bağışla, fırınım sana feda olsun!”

Şibli onun haline bakıp “Tek bir şartla seni affederim. Yarın bir ziyafet tertip et. Zengin, yoksul herkesi çağır. Masraftan hiç kaçınma. O zaman seni affederim” demiş.

Şibli adına bir ziyafet tertip etmek kendisine nasip olur da fırıncı bu fırsatı kaçırır mı?

“Yeter ki sen buyur. Bu bir şey mi? Daha başka ne istediğin varsa yaparım” demiş.

Ertesi gün büyük bir ziyafet tertip edilmiş. Koyunlar, danalar kesilmiş; yemekler, tatlılar, şerbetler yapılmış; konu, komşu, bilen, bilmeyen, zengin, fakir herkes davet edilmiş.

Böyle bir davet verilir, sohbetler edilir, Şibli de orada bulunursa tabi ki sorular da sorulur. Soru sormanın adabını bilen akıl sahiplerinden biri Şibli’ye şunu sormuş:

“Cennetlik kim, cehennemlik kim?”

Şibli şöyle demiş:

“Cennetlik kim dersen, bunun hakkında pek bilgim yok. Ama şu kadarını biliyorum ki, bize bu daveti veren cehennemliğin ta kendisi. Yoksul bir ihtiyara bir ekmek vermedi, şöhretimiz için bir şeyi esirgemeyip bize bu ziyafeti tertip etti.”

*    *    *

İşte halkın derviş sevgisi de çoğunlukla bu fırıncınınki gibi, onların şöhretlerine duyduğu sevgidir. Mevlânâ deyince, Yûnus deyince sevgi duyduklarını görürsün. Bu onların dervişliklerinden değil, şöhretlerindendir. Eğer sevgileri dervişlere olsaydı, üstü başı yırtık yoksullara da aynı şekilde sevgi ve saygı duymaları gerekirdi. O zamanlar dervişler şan, şöhret sahibi insanlar mıydı? Hayır. Aynı Şibli gibi halkı aydınlatmak için oradan oraya gezen üstü başı yırtık yoksullardı. Eğer gerçekten dervişleri seviyor olsalardı sokaklarda, çarşılarda gezen kimsesizlere, yoksullara karşı içlerinde bir sevgi, bir merhamet hatta kendileri rahat, onlar zorluk içinde olduklarından dolayı bir utanma duyarlardı. Eğer şimdi adları bilinen eski zaman dervişleri şu anda aramızda yaşıyor olsalardı, bu halkın çoğunluğu onları da sevmezdi. Ayrıca şu yaşadığımız zamanda aramızda olmadıklarını kim biliyor? Onlar şöhret peşinde koşan zavallılar değiller ki halk arasında bir ad yapmış olsunlar!

Eskiler demişler ki:

“Dervişlere meyleden padişah cennetlik, padişahlara meyleden derviş cehennemliktir.”

Peki, zamane padişahları?

Onlar da acaba dervişlere meylediyorlar mı yoksa şöhret, para, mevki sahiplerini mi destekliyorlar?

Ezbere Kuran okudu diye birinin cennete gittiğine dair bir bilgisi olan var mı? Fakat Hz. Muhammed’den (S.A.V.) nakledilen bir hadis şöyledir:

“Her şeyin bir anahtarı vardır, cennetin anahtarı da yoksulları sevmektir.”

Zamanımız padişahlarının dervişlere meyli nedir? Halka hakkaniyetle davranmasıdır. Şöhreti, mevkisi, varlığı olandan çok, olmayana değer vermesidir. Onu kurtaracak olan zenginin hayır duasını almak değil, mazlumun âhını almamak olacaktır.

Yûnus bir şiirinde şöyle söylemiş:

Gökten inen dört kitabı
Günde bin kez okursan
Vallah didarı görmezsin
Sevmez isen dervişleri

Şimdi çarşılarda, mahalle aralarında gezen kimsesizlerin, yoksulların, delilerin Allah’ın sevgili kulları olmadıklarını nereden biliyorsun? Öyle olmasalar bile onların yoksul olmaları, eziklikleri, sıkıntı çekmeleri bizim onlara sevgi ve merhamet duymamız için yeterli değil mi?

Bir de fahişeler var.

Ve de eşcinseller.

Şöyle bir düşünün!

Diyelim ki, dünyaya gelmeden önce size bir şans verip soruyorlar:

“Öldükten sonra cennete gideceksin. Fakat dünyada bir ömür boyu fahişe olarak yaşayacaksın. İster misin?”

İster misiniz?

Deli misiniz, kim ister?

Sonunda cennet bile olsa bir ömür boyu kimsenin isteyerek yapmayacağı bir şey. İşte onlar da bunu isteyerek yapmıyorlar. Onlara tepeden bakıp, alçak görmeyelim, alay etmeyelim.

Yoksullara da düşkünlere de bakıp onları gözetmek ve durumlarını düzeltmeye çalışmakta en büyük görev ve sorumluluk devlete düşüyor. Bir de toplumun daha bilinçli olmaya çalışıp insanca sevgiyi ve ahlakı öğrenmeye daha meyilli olması gerekiyor.

O halde ben dervişleri seviyorum diyorsanız bir daha düşünün.

Yoksullara, kimsesizlere, düşkünlere içinizde sevgi ve merhamet duyuyor musunuz?

“Hayır, ama gene de dervişleri seviyorum” mu diyorsunuz?

Bir daha düşünün…

Gizlilik Bildirimi
Gizlilik Bildirimi

Kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Çerez kullanımına izin vermek için lütfen tıklayın.