Koretepeliler

Koretepeliler

Küçükken annem bize Karatepeli hikâyeleri anlatırdı. Heyecanla dinlerdik. Aynı hikâyeleri her gün anlatsa sıkılmaz, gene isterdik.

Ceyhan, Osmaniye, Kadirli yörelerinde anlatılırdı. Belki yeni neslin bu hikâyelerden haberi bile yoktur. Oraları dolaşıp eski neslin son kalanlarından bu hikâyeleri derlemek gerek.

Karatepeliler deli olurmuş. Söylendiğine göre oralarda çıkan bir su varmış, içen deliriyormuş. Birisi saçma sapan, akıl dışı bir iş yapan birine kızdığı zaman “Karatepeliler gibi” derdi.

Neyse işte!

O zamanlardan hatırladığım bir hikâye var. Meşhur “Akıllı Memet” hikâyesi.

Bu Karatepe köyünde bir Akıllı Memet varmış. Hepsinin içinde en akıllısı, belki de tek akıllısı oymuş. Öyle akıllıymış ki, değirmene yoğurt öğütmeye gidermiş.

Bir gün Akıllı Memet atına binmiş, gene değirmene yoğurt öğütmeye gitmiş. Giderken de köylülere bir güzel tembihlemiş:

“Bahçe çitlerini açık bırakmayın! Sığırı ekine salmayın! Köyün itlerine yufkadan başka bir şey vermeyin! Köye bir yabancı gelirse arkasına takılıp gitmeyin!”

O gidince köy sepsessiz kalır, köylü kendini sahipsiz hissedermiş.

Köyün evlenme çağına neredeyse gelmiş genç kızlarından Ayşe’ye anası demiş ki:

“Kızım Ayşe! Git şu kovayı doldur da gel, suyumuz bitti!”

Köyün biraz dışında küçük bir göl varmış. Suyu oradan alırlarmış.

Ayşe kız da kovayı almış, salına salına gölün yolunu tutmuş. Gölün ortasında uzunca bir servi ağacı varmış.

Oraya varınca Ayşecik “Çeyizimde neler eksik? Acaba beni kimler ister?” gibi tatlı hayallere dalmış bir halde kovayı suya daldırırken gözü gölün ortasındaki serviye ilişmiş.

Tam da evlilik hayalleri kurarken serviyi görünce kendi kendine şöyle düşünmüş:

“Şimdi ben evlensem… Bir oğlum olsa… Adını Salman koysam… Biraz büyüyünce Salman’a desem ki: Haydi Salman’ım! Şu kovayı al da gölden bir su getir gel!

Salman’ım salına salına göle gelse. Tam suyu doldururken şu gölün ortasındaki serviyi görse. Çocuk bu ya! İçinden gelse, şu ağaca çıksa. Sonra da tepe üstü düşüp ölse ben ne yaparım?”

Başlamış ağlamaya!

Düşünüp düşünüp ağladıkça zaman bir hayli geçmiş. Evde su bekleyen anası “Nerede kaldı bu deli kız? Başına bir iş mi geldi? Gideyim de bakayım en iyisi!” demiş.

Varınca bir de bakmış ki Ayşe kız gölün kenarında oturmuş, ağlıyor.

“Kız n’oldu? Biri bir şey mi dedi?” demiş.

Ayşe aklından geçenleri ona da anlatmış. Demiş ki:

“Ana, ben şimdi evlensem. Bir oğlum olsa. Adını Salman koysam. Salman’ım, al şu kovayı bir su getir desem. Salına salına gelse. Tam suyu dolduracakken, çocuk bu ya! Canı oynamak istese. Çıksa şu ağaca. Sonra da düşse, ölse ben ne yaparım?”

Anası olduğu yerde çöke kalmış. Ellerini dizlerine vurmuş. Başlamış ağlamaya!

“Oy benim talihsiz kızım! Senin oğlun, benim de torunum. Salman’ım… Salman’ım…”

Bunlar ana kız gölün kenarında ağlaşırken komşularından Cabbarların Fatma kadına biraz tuz lazım olmuş.

“Varayım da şu bizim komşulardan biraz tuz alayım. Köye çerçi gelirse alır, fazla fazla geri veririm!” demiş.

Gelmiş bakmış, ne anası var ne kızı evde.

“Bunların başına bir iş mi geldi ki?” deyip aramaya çıkmış.

Aranırken bakmış gölün oradan sesler geliyor. Gitmiş bakmış ki ikisi de ağlıyor.

“Kız n’oldu? Neye ağlıyorsunuz?” demiş.

Zavallı Ayşe kızın ağlamaktan konuşacak hali mi var! Anası:

“Şimdi benim şu güzel Ayşe’m evlense. Bir oğlu olsa, adını Salman koysa. Salına salına şu suya gelse. Çocuk bu ya! Şu ağaca çıksa! Sonra da düşse ölse! Biz n’aparız? Salman’ım… Torunum…” deyip dövüne dövüne ağlamış.

Bunu duyunca Fatma kadın feryat etmiş.

“Senin torunun benim de torunum sayılır. Salman’ım… Kuzum… Dünyaya doymadan gitti!” diye o da dövünüp ağlamaya başlamış.

Derken böyle böyle bütün köylü birikmiş gölün kenarına. Hepsi birden oturup ağlaşıyorlarmış. Köyde bir kişi bile kalmamış.

Akşama doğru Akıllı Memet heybesinin gözleri yoğurtla dolu, atının üstünde yorgun argın köye gelmiş.

“Anam taze sıkma yapmış olsa da şöyle ayaklarımı uzatıp yesem!” diye düşünürken bir de bakmış ki anası evde yok! Komşularına bakmış, komşuları da evde yok. Ötekilere bakmış onlar da yok. Bakmış ki köy bomboş.

“N’oldu ki? Düğün nişan olsa sesi gelirdi. Başlarına bir iş mi geldi? En iyisi sağa sola bakayım neredeler!” demiş.

Ararken bakmış, gölün oradan sesler geliyor. Varınca bir de bakmış ki kadın, erkek, genç, yaşlı bütün köylü oturmuş ağlıyor.

“N’oldu böyle? Birine bir şey mi oldu? Biri mi öldü? Niye ağlaşıyorsunuz?” demiş.

Demişler ki: “İşte böyle, böyle! Salman ağaca çıkıp düşse ölse zavallı Ayşe ne yapar? Biz ne yaparız?”

Akıllı Memet sinirlenmiş. “Hepiniz şimdi bunun için mi ağlıyorsunuz?” demiş.

“He Memed’im! Yazık değil mi şuncacık çocuğa? Başka neye ağlayacağız?” demişler.

Memet çok kızmış. “Ben size yapacağımı bilirim!” demiş. “Kalkın bakalım, doğru köye!”

Hepsini bir ahıra doldurmuş, kapıyı da üstlerinden kilitlemiş.

“Sizden daha delisini bulmadan sizi buradan çıkarmayacağım!” demiş.

O öfkeyle atına atlamış, sürmüş, gitmiş. Dişlerini sıkmış içinden söylene söylene giderken yolu bir köye düşmüş. Eli bastonlu, beli bükük bir ihtiyar önüne geçip durdurmuş.

“Kimlerdensin yeğenim? Seni daha önce hiç görmedim! Nereye gidiyorsun?” demiş.

Memet “Aman, şu ihtiyarla uğraşamam şimdi! Zaten canım sıkkın!” diye düşünüp başından savmak için “Elinin körüne!” demiş.

Kulakları iyi duymayan ihtiyar “Ne? Ölü köyüne mi?” demiş.

Memet “Nereden çıktı şimdi bu bunak ihtiyar! En iyisi he deyip geçeyim!” diye düşünüp “Evet, evet! Ölü köyüne! Çekil önümden de gideyim!” demiş.

İhtiyar “Dur yeğenim dur! Tam aradığım adamı buldum. Benim bir kızım vardı. Geçen sene rahmetli oldu. Altınlarını, gümüşlerini hep burada bıraktı. Ne yapsam diye düşünüp duruyordum ki seni Allah gönderdi. Hemen evden getirivereyim de geleyim! Sana zahmet benim kıza götürüver!” demiş. Bu arada evden altınları getirirken bütün köylüye de duyurmuş:

“Komşular çıkın! Bir emaneti olan varsa göndersin! Ölü köyüne bir giden var!”

Bütün köylü altınlarını toplayıp Memet’e vermiş, ölmüşlerine de selam söyleyip arkasından el sallayarak uğurlamışlar.

Akıllı Memet heybeler dolusu altınla köye dönmüş. Ahırın kapısını açıp “Sizden daha delileri de varmış. Hadi çıkın, ne haliniz varsa görün!” deyip köylüleri bırakmış.

*          *          *

Kuzey Korelilerin diktatör liderlerinin arkasından deliler (Karatepeliler mi desek) gibi ağlamalarını görünce “Niye hep diktatörlerin arkasından böyle ağlarlar? Yoksa toplumların istedikleri aslında bu mu? Bunu gören başka liderler de diktatörlüğe heves etmezler mi?” diye düşünürken aklıma bu Karatepeli hikâyesi geldi.

Hikâyeyi baştan sona bir daha düşünüp içimden kendi kendime şöyle dedim:

“Demek ki bizimkilerden daha delileri de varmış! Şu Korelilerin yaptıklarına bak! Cümle âleme rezil olmalarını bir yana bırak, bir diktatör için ağlamaktan kendilerini bitiriyorlar. Kim bilir yıldönümleriyle bu kaç sene daha devam eder?”

Bundan sonra artık o kadar kızmıyorum.

Sal gitsin…

Gizlilik Bildirimi
Gizlilik Bildirimi

Kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Çerez kullanımına izin vermek için lütfen tıklayın.