Bir selam insanı utandırabilir mi?
Seçilmiş

Utandıran Selam

Bir selam insanı utandırabilir mi?

En güzel insan davranışlarından biri olan selamlaşma, daha doğrusu bir selam verme insanı bu kadar utandırabilir mi?

Başına gelen hiç var mı bilmiyorum ama benim başıma geldi.

Turistik yerlerde halk arasında hanutçu olarak bilinen kimseler var. Yolda gördüğü turistlere kendi geliştirdikleri değişik yöntemlerle yaklaşıp sohbet ederek onların güvenini kazandıktan sonra, götürdüğü bir yerde yaptıkları alışveriş sonunda işyeri sahibinden bir miktar komisyon alarak geçimlerini sağlayan kişiler. Aralarında iyi derecede beş, altı dil bilen tanıdıklarım var. Çoğunluğu, bir nedenle Almanya’dan sınır dışı edilmiş, geldiklerinde burada da bir türlü dikiş tutturamamış, hem orada, hem burada yabancı, bir çeşit kovulmuş insanoğlu. Biraz da, diğer insanların tepeden bakıp aşağı gördüğü, sürüdekilerin çoğunluğunun rengine uymadığı için tehdit oluşturdukları düşüncesiyle içgüdüsel olarak dışlananlardan. Bunlar eskiden daha girişken, kendine güvenen, kendine yetecek geliri olan kişilerken son yıllarda daha düşkün, sokakta yatan, bir, iki liraya muhtaç insanlar haline geldiler.

Bunlardan bir tanesi iki yıl kadar önce bizim sokakta turistlerin peşine takılıp sohbet taktikleriyle onları bir yerlere alışverişe götürüp bunu birkaç kez de tekrar edince, belediyenin görevlendirdiği özel güvenlik çalışanlarına şikayet ettim. Bunları belediyenin denetlemesi gerektiğini, milletin dükkanının önündeki turistleri alıp başka yerlere götürdüklerini, onları kandırdıklarını, esnafın işine engel olduklarını anlattım.

Güvenlik görevlileri gittikten beş dakika kadar sonra kendisini şikayet ettiğim şahıs çıka geldi.

“Beni sen mi şikayet ettin?” dedi.

“Kim söyledi?” dedim.

“Az önce giden güvenlikçiler söyledi” dedi.

“Tamam, ben şikayet ettim. Nedir mesele?” dedim.

“Abi, benim size ne zararım var? İki, üç kuruş kazanmak için turistleri gezdiriyoruz. Kimseyi rahatsız etmek istemiyoruz.” dedi.

Baktım, o da kendi açısından haklı. Bir yandan da içimden güvenlikçilere kızıyorum. “Niye gidip kimin şikayet ettiğini söylüyorlar? Hadi daha kötü bir olay meydana gelirse?”

Neyse, biz fazla uzatmadık, işi tatlıya bağladık, ama ben hem güvenlikçilere kızdım, hem de içimde bir üzüntü, bir pişmanlık meydana geldi. Bu adamcağızın elinden gelen başka bir şey, başka bir çaresi yok belki de. Çok çok, o günkü geçimini sağlayacak parayı kazanabiliyor. Çoğu kez onu da bulamıyorlar. Paraları olursa ucuz bir pansiyonda, olmazsa dışarıda yatıyorlar. Ben niye bunun ekmeğine mani olmaya çalıştım ki?

Ondan sonra o kişi ara, ara gene bizim sokaktan geçti. Bana bakmadan, selam vermeden her geçişinde içimde ona karşı bir mahcubiyet, bir pişmanlık duydum. Bir selam verse güler yüz gösterir pişmanlığımı belli ederdim diye gizli, gizli içimden geçirdim. Gerçekten de kimseye rahatsızlık vermiyor, kimseyle konuşup selamlaşmıyordu bile. Ancak kendisine karşılık veren turistler olursa onlarla bir şeyler konuşarak gidiyordu.

Böylece iki sene kadar geçtikten sonra bir kış akşamında ben dükkanı kapatmaya hazırlanırken bu kişinin elleri ceplerinde ağır ağır sokağımızdan geçtiğini görünce, biraz kendimi affettirmek, biraz da onu her gördüğümde ve aklıma her geldiğinde içime sıkıntı veren mahcubiyetimden kurtulmak ümidiyle, geçerken bana doğru dönüp bakışını fırsat bilip sağ elimi hafiften kaldırarak “Merhaba. Ne var, ne yok?” dedim.

Demez olsaydım!

Ellerini ceplerinden çıkarmadan kızgın mı, şaşkın mı olduğunu tam anlayamadığım bir yüz ifadesiyle “Anlayamadım!” dedi.

Eyvah! Belli ki bana olan kızgınlığı geçmemişti.

“Ne var, ne yok? Nasıl gidiyor?” dedim.

Kızgın mı şaşkın mı olduğunu hâlâ anlayamadığım yüz ifadesini biraz daha keskinleştirerek “Tanışıyor muyuz?” dedi.

Hadii!..

Gel de çık şimdi işin içinden!

Gerçekten beni tanımadı mı yoksa kızgınlığı hâlâ devam ettiği için seni tanımıyorum demeye mi getiriyor?

“Selam verdim sadece” dedim.

“Zaten başıma ne geldiyse bunun yüzünden geldi” dedi.

“Neyin yüzünden geldi?” dedim.

“Bu selam verenler yüzünden” dedi.

“Nasıl yani?” dedim.

“Bu selam verenler yüzünden burada kaldım, gidemedim!” dedi.

“Eyvah!..” dedim içimden. “Şimdi anladım.”

Bazı nedenler yüzünden buradan gidememiş, şimdi de gitme imkanını ve umudunu kaybetmiş, onun acısıyla bir o yana, bir bu yana dolaşıp duruyor. Yabancılık ve kovulmuşluk nedir bilmeyen onun halini anlayamayabilir. İçime dokundu. Bin pişman oldum. Keşke seslenmeseydim dedim.

Ne diyeceğimi tam bilemeden eveleyip geveleyerek şöyle bir şeyler söyledim: “Kusura bakma. Bir selam vereyim dedim. İstersen bir daha selamlaşmayız.”

“Yok, önemli değil. Bir sigaran var mı?” dedi.

“Ben sigara kullanmıyorum, olsaydı verirdim” dedim.

Dedim demesine ama bu da ayrı bir pişmanlıktı. Keşke sigara içiyor olsaydım da ona da bir sigara verebilseydim.

“Tamam, önemli değil” dedi, sağ elini hafiften kaldırıp tekrar cebine koyduktan sonra sokağın öteki ucuna doğru ilerleyip gözden kayboldu.

Bu ne maceraydı böyle!

Kendimi temize çıkarırım hevesiyle bir selam vermiş, bir kaç pişmanlığı birden üst üste yaşamıştım.

Büyük konuşmayayım ama bundan sonra birisi selam verirse hiç tereddüt etmeden alırım ama birisine selam vermeden önce en az iki kez düşünürüm…

Gizlilik Bildirimi
Gizlilik Bildirimi

Kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Çerez kullanımına izin vermek için lütfen tıklayın.