Son günlerde toplumda adları bilinen insanların dolandırlması olayları baş gösterdi ve bu bilim adamı sıfatı da taşıyan insanların böyle tuzaklara düşmeleri eleştirildi.
Çarşının ortasına bir Kızılay çadırı kurmuşlar. İsteyen kan bağışı yapabiliyor. Bu çadırları son yıllarda sık sık görüyorum. Şehrin muhtelif yerlerine kuruyorlar. Her seferinde de düşünüyorum acaba kan versem mi diye.
Bu Selefilik denen oyunun arkasında en başta Almanya olmak üzere hep beraber bütün diğer sinsi güçler yoksa ben hiçbir şey bilmiyorum. 2012 sonu, 2013 başı arasında Almanya’da altı ay kaldığımda çok ilginç durumlar gözlemledim.
Bundan önce “Çağrı merkezi” başlıklı bir yazı yazıp, bir kelimenin dil bilmeyenlerce sözlüğe bakarak çevrilip koca bir ülke halkının diline nasıl yerleştirildiğini anlatmaya çalışmıştım.
Batılıların hataları yok mu? Elbette var. Ama ne yazık ki günümüzde medeniyette bizden öndeler.
Bugün bir ayyaş gördüm. Sanırım aynı zamanda çapulcunun tekiydi. Eğer erken bir çöküntüye kurban gitmemişse 55-60 yaşlarında vardı. Ağarmış saçı sakalı kim bilir kaç haftadır yıkanmamıştı.
Bundan 20-25 sene önce Türkiye’de ve özellikle de üniversite öğrencileri arasında ve daha da fazla solcu üniversite öğrencileri arasında en çok anlatılan fıkralardan biri de şuydu:
“Ağaç yaş iken eğilir.” Bizim atasözümüz değil mi? Şimdi şu çocukları bu hale getiren devlet de, okul da, aile de, toplum da suçlu!
Duvarlara sprey boyalarla sloganlar yazıyorlar. “Tek yol devrim!” “Faşizme geçit yok!” Aynı 12 Eylül öncesinde milletin birbirine kırdırıldığı zamanlardaki gibi. Ne demek istiyorlar ya da ne yapmaya çalışıyorlar?
Câna göğsüm çâkinden cânanı mihmân eyledim Gevherî taptım anı gönlümde pinhân eyledim "Göğsümdeki yarıktan içeri alıp sevgiliyi canıma misafir ettim. Onda incilik vasfı buldum da gönlümde gizledim."
Üniversite öğrencisi genç bir neyzenin büyük bestekâr Itri'nin mezarını ararken başından geçenler.
Son zamanlarda filmlerle, reklamlarla bilinçaltı mesajları verilerek toplumun ya da hedef kitlenin nasıl yönlendirildiğini ortaya koymaya çalışan bir takım yararlı çalışmalar yapıldı.
Bugün, doksan bir yıl önce yani, 12 Mart 1921’de milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, okudukça hâlâ göğüslerimizi gururla kabartan o muhteşem şiirinin birinci TBMM tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmesini bir daha hep birlikte yâd ediyoruz ve bu şevkle, dünya var olduğu sürece yâd etmeye devam edeceğiz.
Şibli’nin zamanında bir fırıncı varmış. Her fırsatta Şibli’yi ne çok sevdiğini anlatır, bir kerecik göreyim şu kadar malım feda olsun dermiş. Şibli’nin şöhreti o zamanlar her tarafa yayılmış.
Bir selam insanı utandırabilir mi? En güzel insan davranışlarından biri olan selamlaşma, daha doğrusu bir selam verme insanı bu kadar utandırabilir mi?
Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı
Küçükken annem bize Karatepeli hikâyeleri anlatırdı. Heyecanla dinlerdik. Aynı hikâyeleri her gün anlatsa sıkılmaz, gene isterdik.
Ülkemizde sağcı olsun, solcu olsun, dinli, dinsiz ne olursa olsun neredeyse herkesin batının, özellikle de Amerika’nın hem bize hem de dünyanın geri kalan ülkelerine kültür ihracı ve dayatması yaparak diğerlerinin yok olmasına ve yozlaşmasına yol açtıkları konusunda hemfikir olduklarını hepimiz biliyoruz.
Saygıdeğer zenginlerimiz fakirlerin üstünden geçiniyorlar ama malesef fakirlerimizin kendileri de bu durumun farkında değil.
Adamın biri turistik bölgede lokanta açmış. İngilizce yemek listesinde şöyle bir şey varmış: Sensitive Meatball. Sizce bu hangi Türk yemeğinin İngilizce karşılığı olabilir?
Gazetenin bölge ekinde haberi okudum. Okumaz olaydım! Sıcak sabah çayıyla serinletmeye çalıştığım ciğerimin ateşi biraz daha parladı. Başlık şu: “Antalya’da latin ateşi”
Yaşlı Avusturyalı çiftle sohbet ediyorum. Türkiye'yi çok sevdiklerini, Antalya’nın otuz yıl önceki halini bildiklerini söylüyorlar.
Bir takım arızaların, aksaklıkların, olumsuzlukların düzelmesini istiyorsak, öncelikle bu olumsuzlukların kendimizle olan bağlantılarını değerlendirebilmeliyiz.